9 Ağustos 2013 Cuma

ÇOK ÖNCE BAŞLAYAN ÇÖKÜŞ

Avusturyalı yazar ve gazeteci Joseph Roth’un başyapıtı sayılan Radetzky Marşı adlı romanı, adını Johann Strauss’un Avusturyalı Mareşal Joseph Radetzky von Radetz’e ithaf ettiği bir eserden alıyor. Sezin Öney’in belirttiğine göre, bu marş ilk çalındığında, Avusturyalı askerler ayaklarını vurarak eşlik etmişlerdir. Bugün bile, Viyana’da ayaklarıyla tempo tutarak bu müziğe eşlik etme geleneği o günün anısına sürdürülmekte. Özellikle bu beste Viyana’da Konzerthaus’daki geleneksel Yeni Yıl konserinin son parçası olarak çalındığında, seyirciler alkışlayarak ve ayaklarıyla ritim tutarak bu âdeti devam ettirmekte. Joseph Roth, aynı aileden üç kişinin hikâyesi üzerinden Macaristan-Avusturya İmparatorluğu’nun çöküşünü anlatırken sıklıkla bu marşa atıfta bulunuyor. Romandaki bütün geçişlerde kahramanlar bir anlığına durup bu marşın sesine kulak verirler sıklıkla.
Joseph Roth, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı ve nüfusunun ağırlığının Yahudi olduğu Galiçya’ya bağlı bir kasabada doğar. Katıldığı I. Dünya Savaşı, onun romanlarında savaşla ilgili en etkileyici tespitlere yer vermesine yol açar. Gazetecilik yapar. 1939'da Paris'te yoksulluk ve borç içinde ölür. Bütün bu bilgileri şunun için verdim. Yazarın biyografisi, onun en önemli eseri sayılan Radetzky Marşı’nı daha iyi anlamak için kullanışlı ipuçları veriyor bize çünkü. Çağdaşlarının sıklıkla değindiği bir dönemi diğer yazarlardan farklı bir şekilde, dahası şaşırtıcı bir öngörü ile kaleme alıyor Roth.
Radetzky Marşı, Trotta ailesinin üç kuşak hikâyesini anlatıyor. 1859 yılında yaşanan Solferino Meydan Savaşı’nda genç bir teğmen olan Joseph Trotta, İmparator I. Franz Joseph’in hayatını kurtarır. Bu olay, imparator kadar genç teğmen için de yeni bir dönüm noktası olur. Teğmen kısa sürede terfi eder. Çok geçmeden de yaptığı kahramanlık ders kitaplarına girer. Artık, Solferino Kahramanı olarak anılacak olan teğmen için başka bir mücadele başlar. Yaptığı kahramanlık fazla abartılmıştır ve ders kitaplarında bu şekilde yer almayı istemez. İsteği kabul edilmeyen genç teğmenin kısa sürede köylü geçmişinden hızla koparak ayrıcalıklı bir sınıfa geçişine tanıklık ederiz. Görünürde hiçbir sorun yoktur. Habsburg hanedanının üyesi olan imparator güçlü, bünyesinde pek çok halkı barındıran imparatorluk hiç yıkılmayacakmış gibi dimdik ayaktadır. Özellikle dede Trotta’nın hikâyesinin anlatıldığı ilk bölümlerde kayda değer bir sorun göze çarpmaz. Romanın hikâyesi köylü geçmişinden kısa sürede kopup soylular sınıfına dâhil olan Solferino Kahramanı’nın gündelik hayatına odaklanmıştır daha çok.
Bir aile romanı gibi görünen, ancak aslında bir ailenin hikâyesi üzerinden bir imparatorluğun dolaylı hikâyesini anlatan Radetzky Marşı’nın ikinci bölümünde oğul Baron Franz von Trotta’ya çeviririz bakışlarımızı. Oğul Trotta, tıpkı oğuldan oğula geçen imparatorluk gibi, babasından kendisine kalan bir kahramanlık hikâyesinin hem nimeti hem de ağırlığı altında yaşar. Trotta ailesinin kaderi ile Habsburg monarşisinin öyküsü sıklıkla iç içe geçer. Baba Trotta, kendi babası gibi asker olmak yerine sivil bir memur olur ve kısa sürede o da kendi babasının yaptığı kahramanlığın bedeli olarak bölge valiliğine kadar yükselir. İmparatorlukta yaşanan çözülme ve sarsılma emareleri de bu bölümden itibaren başlar.
Radetzky Marşı, dede ve baba Trotta’dan ziyade torun Carl Joseph von Trotta’nın hikâyesine odaklanır. Torun Trotta da tıpkı Solferino kahramanı dedesi gibi bir teğmen olur. Ancak dedesi gibi bir kahramanlık hikâyesi yoktur genç teğmenin. Hatta sık sık ordudan ayrılmayı düşünür. Görevli olduğu sınır boylarındaki askeri birlik içinde karşılaştığı kimi çarpıklıklar bu fikrini daha da kuvvetlendirir, ancak kendisine nasıl bir yön tayin edeceğini bilemez genç Trotta. Savaşın eli kulağındadır ve askerler sınır boyundaki kumarhanede durmadan kumar oynayıp Yahudi tefecilere borçlanmaktadırlar. Peş peşe asker intiharları yaşanır. Genç torun, bir yüzbaşıya kefil olduğu borç yüzünden sıkıntıya düşer ve genç Trotta, yaşlı imparator sayesinde hapisten kurtulur. Bu Trotta ailesi ile hanedanlığın son karşılaşması olacaktır. İmparator yaşlanmaktadır. Ülke yıkılmanın eşiğine gelmiştir. Güçlü olduğu sanılan monarşi adım adım çözülmenin eşiğine gelmiştir. Ancak yine de bütün bunları bire bir anlatmaz Joseph Roth. Ana hikâyesini bir ailenin üzerine inşa eder ve Slovenyalı köylü ailesinin yükseliş ve çöküşü ile imparatorluğun çöküşünü paralel olarak takip etmemizi ister.
Joseph Roth’un 1932 yılında tamamladığı Radetzky Marşı, bir yandan bir aile hikâyesi üzerinden bir imparatorluğun hikâyesini anlatırken, diğer yandan da faşizmin ayak seslerini daha o günlerden duyabilmemiz için pek çok işaret bırakır bize. Tıpkı Zweig gibi, Joseph Roth da, gündelik yaşamın ayrıntılarına fazlasıyla yer vererek bu küçük işaretler yardımıyla yaklaşan tehlikeyi haber verir bize. Nasyonal Sosyalizm’in ayak sesleri roman kahramanlarının gündelik koşuşturmalarındaki yalan ve hileler arasında kendisini sıklıkla hissettirir. Dahası romanın sonlarına doğru ortaya çıkan kumarhane öğesi, o zamana kadar güçlü imgelerin arkasına saklanan kişiliklerin birer birer ortaya çıkmasına vesile olur. Yazarın gücü, tam da bu noktada devreye girer. Unutulmaz kahramanlar yardımıyla bir toplumu bir arada tuttuğu söylenen ama içten içe aynı toplumun altını oyan yalanları birer birer karşımıza çıkarır. Öte yandan, daha önceleri Radetzky Marşı’nı duyar duymaz heyecanlanan, ayaklarıyla tempo tutanlar gözlenirken, aynı şey giderek daha az yaşanır. Her rejimin (veya devrimin) bir ritmi olduğundan hareketle, koca bir imparatorluk yıkılırken bu marşa ayaklarıyla tempo tutanların sayısının azaldığını görürüz. Çöküş, marşa tempo tutanların azlığı veya isteksizliğiyle belli eder kendini. Slovenyalı bir köylü ailesiyken soyluluğa terfi etmiş aile çöküşe doğru ilerken, imparatorluğun irtifa kaybı ötekine karşı daha da hızlıdır. Nitekim bir süre sonra, hepimizin tarih kitaplarından bildiği o ünlü olay yaşanır: Avusturya Veliaht Prensi’nin bir Sırp tarafından öldürülür ve I. Dünya Savaşı’nın patlak verir.
Joseph Roth, Radetzky Marşı romanında, bu önemli olay yerine, tek tek bireyler üzerinden savaşın öncesinde yaşananları anlatıyor bize. Tarihçilerin ısrarla yeniledikleri olaylardan çok gündelik hayata mayalanan çok daha kuvvetli duygular üzerinden, Avrupa’nın eski değerlerine vedasına yer veriyor. Asıl savaş ve çöküşün çok daha önceden başladığını hatırlatırcasına.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder