Öğretmenler,
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren toplumun modernleşmesi, bu modernleşme
hamlesinin süreklilik kazanmasında ana güç olarak tasarlandılar. Cumhuriyet
değerlerinin topluma ulaştırılmasında, toplumun yeni bir değerler bütünü etrafında
yeniden şekillendirilmesinde, yeni rejimin öngördüğü aydınlanma felsefesini
yaymak için en kullanışlı sınıfların başında öğretmenlik geliyordu. Bu atılımın
en önemli ayaklarından biri Köy Enstitüleri ise, bir diğeri de hiç şüphesiz Türk
edebiyatı oldu. Bu dönemde yazılan romanlar aracılığıyla hem yeni bir insan
tipinin çerçevesi çizildi, hem de bu tipin bir model olarak dolaşıma
sokulmasının yolları arandı.
Cumhuriyet
sonrası Türk romanında Cumhuriyet kazanımlarıyla donatılmış öğretmen tipinin 80’li
yılların başına kadar önemli bir yer tuttuğu görülür. Pek çok romancı Cumhuriyetin
bu yeni değerler bütününü topluma ulaştırmanın bir yolu olarak romanlarında çoğu
kez idealist öğretmen tiplerine yer verirken, yeni rejimin önünde engel olarak gördükleri
tehlikeleri de bu tipin karşısına yerleştirmiş, böylelikle bu olumlu ve olumsuz
kahramanlar aracılığıyla yeni toplumun sağlıklı bir inşasını hedeflemişti.
Cumhuriyet Sonrasında
Öğretmenler
Eserlerinde
öğretmen tipine yer vermiş, romanın ağırlığını bu tipe yüklemiş, Cumhuriyet değerlerini
bu öğretmen tipinin sunduğu imkânlarla anlatmayı denemiş pek çok romancıdan söz
edilecekse, bunların başında hiç şüphesiz Reşat Nuri Güntekin gelir. “Çalıkuşu”,
“Yeşil Gece” ve “Acımak” romanlarında üç ayrı öğretmen tipine yer verir yazar. “Çalıkuşu”
romanında, nişanlısı Kâmran’dan ayrılan Feride’yi, İstanbul’u terk edip Anadolu
yollarında idealist bir öğretmen olarak görürüz. Güntekin, yalnızca bir hikâye anlatmakla
kalmaz bu romanda, “Feride” aracılığıyla gelmekte olan idealist insan tipinin bir
örneğini de verir. Aynı çabaya “Yeşil Gece” romanında da devam eder yazar. Romanın
merkezine birbiriyle çatışmalı iki dünya görüşünü oturtan Güntekin, temel
tezlerini kanıtlamak için yine bir öğretmen tipine başvurur. Kasaba medresesine
devam eden koyu dindar Ali Şahin, tahsilini ilerletmesi için İstanbul’a gönderilir.
Ancak İstanbul’daki medresede aradığını bulamaz ve Darülmuallimine girerek “yeni
bir din gibi gördüğü” öğretmenlik mesleğini tercih eder. Reşat Nuri Güntekin’in
bu kategorideki üçüncü romanı “Acımak”ta, katı olmasına rağmen Cumhuriyet’in
değerlerini daha da ileri taşımak isteyen Zehra’nın şahsında bir öğretmen portresi
daha çizer.
Halide
Edip Adıvar’ın 1926 yılında yayımlanan “Vurun Kahpeye” adlı romanında, yine bir
öğretmen dolayımıyla Cumhuriyet rejiminin yaşadığı zorluklar ve içeride
savaşılması gereken unsurların bir fotoğrafı çıkarılır. Kız Öğretmen Okulu’nu
bitiren Âliye, bir Batı Anadolu kasabasında öğretmenliğe başlar. Roman kahramanı,
Cumhuriyet değerlerine sıkı sıkıya bağlı bir öğretmen olarak kasabada gördüğü olumsuzlukları
değiştirmeye çabalar. Kuva-yı Milliye taraftarı Âliye, kasabadaki dinsel kökenli
inanışları değiştirmek isterken de (benzer romanlarda sıkça karşımıza çıktığı
gibi) önünde bir engel olarak kasabanın ileri gelenlerini bulur ve romanın
sonunda hakkında çirkin dedikodular çıkartılarak vahşi bir şekilde öldürülür. Halide
Edip’in bir diğer öğretmen konulu romanı da “Tatarcık”tır. Tatarcık lakaplı
Lale, babasız kaldıktan sonra köylüler tarafından dışlanır ve en nihayetinde de
buna tepki olarak okuyup İngilizce öğretmeni olur. Osmanlı’dan Cumhriyet’e
geçişte eski-yeni çatışmasından bilginin önemine inanarak çıkan Lale’nin
şahsında yeni dönemin önemine odaklanır yazar. Ama “Tatarcık” romanında, köy
içinde bisikletle dolaşan, köylülere davranış adabı öğretmeye çalışan, zengin
köylülere İngilizce öğreten Lale’nin karşısına yine köylüler dikilir.
Köyün Öğretmenleri
40’lı
yıllara gelindiğinde, Cumhuriyet sonrası Türk romanında öğretmen tipinin hâlâ çok
baskın bir şekilde varlığını korumaya devam ettiği görülür. Vedat Nedim Tör’ün 1943
yılında yayımlanan “Resim Öğretmeni” romanında bir Anadolu kasabasına atanan resim
öğretmeni Mehmet’in başından geçen hikâyelere yer verilir. Samim Kocagöz’ün “Bir Şehrin İki Kapısı” adlı romanında
Cumhuriyet ile onun karşısındaki feodal unsurlar arasındaki çatışma Ömer
Türkeş’in ifadesiyle “öğretmenden yansıyan ışık” altında anlatılır. Sunullah Arısoy’un
“Karapürçek” adlı romanı ise tematik
olarak ilk dönem romanlarını andırır. İlk dönem romanlarındaki olaylar daha çok
yeni rejim ile bu rejimin değerlerine direnç gösteren eşraf arasında geçerken, “Karapürçek”
romanında olduğu gibi roman konusu CHP iktidarının son dönemi ile DP muhalefetinin
gelişme döneminde hayat bulur. Keza, Cevdet Kudret’in “Havada Bulut Yok” adlı romanı
da aynı atmosferde yayımlanır. “Havada Bulut Yok”un kahramanı Süleyman öğretmen,
sadece atandığı Anadolu şehrinin halkıyla sorun yaşamaz, yeni yönetimle de bir
türlü uyuşamaz ve görevinden ayrılmak zorunda kalır.
Döneme
asıl damgasını vuran romanlar ise 1950 yılında Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” adlı
kitabının yayımlanması ile başlar. Köy Enstitüleri’nin kurulmasının ardından bu
girişimin meyveleri toplanmaya başlamış ve yoğun şekilde Cumhuriyet
değerleriyle donatıldıktan sonra köylerine öğretmen olarak geri gönderilen köy kökenli
yazarlar, bu dönemde yazdıkları romanlarla “Köy Romanı” akımın da başlamasına sebep
olacaktır. Böylelikle Köy Enstitülü romancılar sayesinde Türk edebiyatında yeni
bir öğretmen tipi de doğar. Fakir Baykurt’un “Onuncu Köy” romanı bu öğretmen tipine
iyi bir örnek olarak gösterilebilir. “Onuncu Köy”ün öğretmeni sadece köydeki taassupla
savaşmak zorunda kalmaz, bürokrasiyle de farklı bir kavgaya girişmek zorunda kalır. Keza, Baykurt’un
bir diğer romanı “Kaplumbağalar”da da benzer bir tema yenilenir. Ümit Kaftancıoğlu’nun
“Tüfekliler” adlı romanında ise, ilk dönemin öğretmenleri destekleyen, onları
rejimin ışığını yurdun her tarafına taşıyacak neferleri olarak gören
anlayışından uzakta, Prof. Dr. Şevket Toker’in deyişiyle “devletin eğitime,
öğretime ve öğretmenlere ilgisizliğini” gösteren yeni bir anlayışla
karşılaşırız.
Birinci
dönem romanlarda bütün olumsuz tiplerin genellikle mutaassıp çevreler arasından
seçildiği görülür. “Yeşil Gece” romanının kahramanı Ali Şahin, Hafız Eyüp’le
baş etmek zorunda kalırken, “Vurun Kahpeye” romanının Âliye’si Hacı Fettah’ın zulmüne
maruz kalır. İkinci dönem romanlarda ise ilk dönemde hep bir olumsuzlukla yan
yana gösterilen “imam” tipinin yanına bürokrasi de eklenir. Aydınlanmanın önüne
engel olarak dikilen sadece mutaassıp çevreler değildir artık. Bu dönem
romanlarında köy ağası, parti temsilcisi, hatta kaymakamlar bile bu ilerlemenin
önündeki engeller olarak sıralanır.
Buna
ek olarak dönemin romanlarındaki öğretmen tipini başka tür sorunlarla boğuşurken
de görürüz. Bunların başında da, daha çok Anadolu’yu ilk kez görmüş öğretmenlerin
karşılaştıkları tablo karşında duydukları ürperti gelir. Dönemin roman
kahramanları daha önceden tahayyül ettikleri Anadolu’yu çok daha zor koşullarda
bulmuş olmanın şaşkınlığı içinde, (biraz da bu yerleşim birimlerinde yaşadıkları
iletişim sorunundan ötürü) mektup veya günlüklerine bu şaşkınlıklarını dökerler.
Her iki dönem romanında da karşımıza çıkan bir diğer ortak şikayet de bu roman kahramanlarının
sıklıkla cinsellikle ilgili bir takım suçlamalara maruz kalmalarıdır. Özellikle
kadın kahramanların köy veya kasabada attıkları her adım cinsel kökenli bir
iftira ile gölgelenir. “Vurun Kahpeye” romanının öğretmen kahramanı Âliye recm
edilir, “Karapürçek”in öğretmen kahramanı bir köylü kızını alıkoymakla
suçlanır, , “Havada Bulut Yok”un kahramanı Süleyman öğretmen dul bir kadınla beraber
olduğu iftirasıyla karşılaşır, Kemal Tahir’in “Bozkırdaki Çiçek” romanının
kahramanlarından Emine öğretmen köylüler tarafından dağa kaldırılır, Aka
Gündüz’ün “Bir Şoförün Gizli Defteri”ndeki öğretmen cinsel taciz suçlamasıyla görev
yaptığı yerden sürülür.
Aydınlanma Metaforunun Kararması
60’lı
yılların sonuna kadar Türk romanındaki öğretmen tipi, Cumhuriyet rejimimin
Anadolu’ya ışık düşüren, aydınlanma felsefesinin asli dinamiklerinden biri
olarak görülürken, bu tarihten sonra yazılan üç romanda yeni bir öğretmen tipinin
doğduğu söylenebilir. Sadece kendisiyle değil, Cumhuriyet’in savunduğu kimi
değerlerle de yüzleşen, bu politikanın uygulanmasındaki bir takım sıkıntıları
sezen, yaşanan sıkıntıları belgeleyen ve fazlasıyla idealist birinci ve ikinci
dönem romanlarının aksine Cumhuriyet’in kimi uygulamalarıyla hesaplaşan yeni
bir öğretmen tipi çıkar karşımıza. Adalet Ağaoğlu’nun 1973 yılında yayımlanan
“Ölmeye Yatmak” romanı yukarıda yapılan sınıflamadaki son halkanın en
etkileyici kitaplarından biridir hiç şüphesiz. Roman kahramanı bu sefer bir
doçent olarak karşımıza çıkar. Bu panoramik romanda, bir otel odasında “ölmeye
yatan” Aysel’in zihninden Cumhuriyet tarihinin uzun ve eleştirel bir kesitini görürüz.
Türk
romanındaki en ayrıksı öğretmen tipi ise hiç şüphesiz Ferit Edgü tarafından
yazılır. Yazarın 1976’da yayımlanan “Kimse” ve bu romanın hemen ertesinde yayımlanan
“O” romanlarında o güne kadar Türk romanında karşımıza çıkan öğretmen tipinden
apayrı bir öğretmenle karşılaşırız. Edgü,
“O” romanında, “Kimse”deki tanıklığı daha da ileri taşıyarak görev yaptığı köy
ile kendi arasındaki dil problemini çözmeye çalışan, bu ilişkiden yeni bir dil doğurmak
isteyen bir öğretmen tipi çıkarır karşımıza. Öğretmen tipini romanın odağına oturtmuş
bütün Türk romanlarında, Anadolu’ya ışık götüren, Anadolu insanını aydınlatılmaya
muhtaç olarak çizen Türk romancılarının aksine, Edgü’nün roman kahramanı
aydınlatmaktan öte, bambaşka bir mantıkla yaşayan bu insanları anlamaya ve onlarla
anlaşmaya çalışan bir öğretmendir.
Her
ne kadar Türk edebiyatına dahil edemesek de, romanın konusu Türkiye’de geçtiği ve
bağlamı bir şekilde etkilediği için son bir romandan daha söz etmemiz
gerekiyor. Kürt yazar Hesenê Metê’nin yazdığı ve Türkçe’de “Ecinni Labirenti”
adıyla yayımlanan “Labîrenta Cinan” adlı eserinde karşımıza çıkan öğretmen
tipi, aydınlanma metaforu olarak görülen öğretmenin giderek nasıl bir bağlama
yerleştiğini göstermesi bakımından ilginç veriler sunar bize.
“Ecinni Labirenti”nde, günün birinde tayini başka bir köye çıkan genç öğretmen Kevanot'un, yanına Kürtçe’den başka dil bilmeyen eşi Nergis'i de alarak, Türkiye’nin doğusunda yer alan ve delilerin köyü olarak bilinen köye yerleşmesi anlatılır. Romanın ilk bölümü bu tür romanlarda sıklıkla tekrar edilen, köylüleri aydınlatma, onlara rehber olma gibi motiflerle benzerlik gösterir. Ancak, benzer romanlarda bir aydınlanma figürü olarak gösterilen öğretmen tipi bu romanda giderek tersi bir işlev görür. Romanın başında olumlu bir tip olarak gösterilen öğretmen, sonunda köylülerden daha çok 'oralı' hâle gelir ki, deli diye addedilen öğretmenin kendisi olur. Gerçekten de öğretmen, sonraları, köye ilk geldiğinde karşı çıktığı kuş avına çıkar, çocuklarla akla hayale gelmeyecek oyunlar oynar, köylülerle elini kaynar suya sokup sokamayacağına dair iddialara girer, giderek cin-peri masallarından en fazla etkilenen kişi hâline gelir. Girdiği ve bir türlü çıkamadığı labirentin sonunda da, köylülerin şikâyeti üzerine, akli dengesini yitirdiği gerekçesiyle görevden alınır. Öyle ki, romanın sonunda Kevanot öğretmeni anlayan, yaptıklarına hak veren tek kişi köyün 'resmi' delisi Guzî olur. Bir bakıma aydınlanma metaforunun kendisi aydınlatılmaya muhtaç hâle gelir.
İlk dönem romanlardaki öğretmen tipini ketleyen, onu çeşitli sıkıntılarla karşı karşıya getiren, onu tehdit eden sıkıntılar hep dışarıdan gelirken, günümüze yaklaştıkça bu tehdit içeriden de, kişinin kendisinden de gelmeye başlamıştır artık. Çünkü, bu “iç” aynı zamanda programlı ve değişmez bir değerler bütününden oluşmaktadır. Bir bakıma, karşısındakini olumlu anlamda değiştirmek isterken kendisi bir olumsuzluğa ilerleyen, sürekli olarak dar bir çerçeveye hapsedilen, özgürleştirmek isterken kendi özgürlüğünü de yitiren bir figürle karşılaşırız giderek. Şerif Mardin’in, bizi öğretmenin sarmalandığı değerler bütününün niteliği üzerine düşünmeye davet ettiği ünlü “öğretmen imama yenildi” açıklamasını da bu bağlamda okumak faydalı olur görüşündeyim. Şerif Mardin’in bahsettiği yenilgi sadece dışsal bir olgu değildir belki de. Edebiyatın bize pek güzel bir şekilde gösterdiği gibi, sadece bir roman kahramanı olarak değil, toplumsal yaşamın önemli bir parçası olarak öne çıkan öğretmen tipindeki erozyon üzerine de düşünmeli kanımca.
Milliyet Sanat Dergisi
0 yorum:
Yorum Gönder