9 Ağustos 2013 Cuma

YARATICI YAZARLIĞIN AYAK SESLERİ

Yaratıcı yazarlık kursları Türkiye için yeni olsa da bu türden girişimlerin Batı’da hayli revaçta olduğu görülüyor. Özellikle 1970’lerden sonra iyice yükseliş gösteren bu kurslara zaman içinde üniversitelerin de büyük ilgi gösterdiği görülüyor. Konuyla ilgili master ve doktora programları düzenleyen bu bölümlere ilgiyi çekmek için pek çok ünlü yazara ders verme imkânı sunan üniversiteler kadar, üniversite dışı kurumlar da pek çok girişimde bulunuyor. Hatta, bu türden kurslara ilgi çekebilmek adına, kursiyerlere ürünlerini yayımlayabilecekleri dergi veya antoloji gibi vaatler bile sıralanabiliyor. Öte yandan, Nilüfer Kuyaş’ın da belirttiği gibi, bugün özellikle Amerika’da yüksek lisanslı yazarlık mezunu olmayan romancı neredeyse yok gibi. Toni Morrison’dan Thomas Pynchon’a kadar pek çok ünlü yazarın yolu bu okullardan geçmiş durumda. Dahası son dönemin popüler yazarlarından McEwan’nın da Malcolm Brandbury’nin öncülük ettiği “Yaratıcı Yazarlık Kursu”nun ilk mezunlarından olduğunu hatırlatmakta fayda var. Konuyla ilgili daha uç bir örnek vermek gerekirse Sylvia Platht’in de bir yaratıcı yazarlık kursuna katıldıktan sonra yazmaya başladığını, onu asıl üne kavuşturan şiirlerini biraz da bu yaratıcı yazarlık kursuna borçlu olduğunu da belirtmeliyiz. Türkiye’de bu türden kurslar henüz çok yeni olduğu için bu türden kurslardan sonra yazmaya başlamış, daha doğrusu bu kurslar sayesinde edebiyat dünyasına atılmış yazar sayısı konusunda elimizde henüz yeterli bir veri yok. Şu kadarını söylemekle yetinebiliriz ancak: Bu kursların edebiyatımıza hangi yeni isimleri kazandırdığını, daha da önemlisi Türk edebiyatında ne tür bir dönüşüm yarattıklarını, yararları kadar ne tür zararlara yok açtıklarını görmek için biraz daha zaman geçmesi gerekiyor belki de. Ama öncesinde, bize yaratıcı yazarlık kurslarının Türkiye’deki pratiklerini değerlendirme imkânı sunan kimi kurs ve kitaplar var elimizde.

Semih Gümüş, geçtiğimiz ay yayımlanan ve gayet şaşırtıcı bir şekilde kısa sürede çok satar kitap listelerinin üst sıralarına yerleşen Yazar Olabilir miyim? adlı kitabının hemen başında “Yaratıcı Yazarlık Öğrenilebilir mi?” diye sorduktan sonra, günümüzde öykü, roman ya da şiir yazmanın sözgelimi otuz yıl öncekinden daha çekici olduğunu vurguluyor. Hiç şüphesiz bu ilginin artmasında düne kadar kimi edebi mahfiller aracılığıyla hayat bulan edebiyatın artan iletişim olanaklarıyla daha geniş bir çevreye yayılması, çoksatar kitapların yarattığı etki, dahası Türkiye’de yayıncılığın bir endüstriye dönüşmesinin de payı var. Nitelikli edebiyat ürünleri kadar popüler kitapların gördüğü ilgi, bu endüstriye daha büyük kanallar açan gazete kitap ekleri, televizyon programları vs. unsurlar da eklenince, yazarlık düne göre daha ilgi çekici bir hal aldı denilebilir. Ancak, Türkiye’de yıldan yıla artış gösteren örneğin roman sayısının çokluğunu sadece bu unsurlara bağlamak şüphesiz yanlış olacaktır. Ama her yıl giderek artan ilk kitap sayılarına baktığımızda bile bu ilginin hiç de azımsanmayacak ölçülere vardığı sonucuna ulaşırız. Demek ki yazarlık düne göre daha ilgili çekici, daha rağbet gören bir niteliğe sahip artık.

Türkiye’de yazarlığa olan ilginin giderek arttığına en önemli delillerden biri de hiç şüphesiz son yıllarda birbiri ardına açılan yaratıcı yazarlık kurslarıdır kanımca. Belli başlı tüm şehirlerde pek çoğu tanınmış yazarlar eliyle açılan bu kurslara ilgili sanıldığının aksine çok fazla. Ancak, Murat Gülsoy, Semih Gümüş, Feridun Andaç, Aydın Şimşek, Cemil Kavukçu gibi yazarlar ile Türkiye Yazarlar Birliği, UM:AG gibi kurumların düzenlediği bu kurslar, ilk anda edebiyat dünyası tarafından beklenen bir dirençle karşılandı. Yazarlığın bu türden kurs veya atölyeler aracılığıyla öğrenilemeyeceği, edebiyatın dışarıdan belirli bir müfredat dahilinde yürütülen bir çabayla değil tamamen bireysel bir girişimin ürünü olduğu, içsel bir deneyimin sonucunda hayat bulduğu eleştirisiyle karşılaştı bu türden girişimler. Öyle ya, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, nitelikli olanla niteliksiz olanın tamamen bireysel bir çabayla öğrenildiği, bunun sonucunda da kendi deneyimini üretmeye soyunmuş bir yazar kuşağının aksine, belirli bir süre devam ettiği kurslar aracılığıyla bu bilgilere tez elden ulaşan, orada aldığı eğitim sonucu hemen yazar olmaya soyunan, öncekine oranla daha zahmetsiz ve kısa yoldan hedefe ulaşma imkânı sunan bu yapı edebiyata gerçekte ne tür bir katkı sunabilirdi? Üstelik sadece bu kurslar değil, zaman içinde sayıları gittikçe artan bu kurslar kadar söz konusu alanla ilgili yayımlanan kitap sayısı da dikkat çekiciydi. Romandan öyküye, hatta şiire varana değin, yaratıcı yazarlık dersleri veren, genç yazar ve şair adaylarına yol göstermeye niyetlenen nice kitap bulmak mümkün piyasada. Ama bütün bu kitaplar, zaten hayli dirençle karşılaşan bir konunun yeniden alev almasını sağladı. Yazarlık, kurs veya atölyeler veyahut bu türden kitaplar aracılığıyla öğrenilebilir miydi gerçekten de? Yararları kadar ne tür zararları vardı bu kursların? Özelikle Amerika ve Avrupa’da hayli revaçta olan bu konu Türkiye’de ne tür bir seyir izliyor? Öncelikle bu sorulara bir cevap bulmak gerekiyor kanımca.  

Ustam Öldü Ben Satarım

İster gerçek manada, ister hayali bir uzamda olsun, her yazar adayı yazıya soyunduğu ilk andan itibaren her koşulda edebiyat tarihini karşısında bulur. Kimi zaman usta diye bellenen bir yazar veya yazarlar eliyle, kimi zaman da koca bir edebiyat tarihini yedekleyerek yazar adayına yol gösteren bir dünya açılır hemen önünde. Gelenek, tam da bu aşamada her yazar adayına içinde yer aldığı, nefes alıp verdiği atmosfer kadar, ona kimi tıkanma noktaları kadar yeni imkânlar da sunan bir değerler bütünü olarak yol gösterir. Düne kadar özellikle kimi dergiler veya edebiyat mahfilleri ile başlı başına bir okul olarak addedilen kimi yazarlar eliyle geleneğin sürekliliği sağlanmış, ister gerçek manada ister hayali, bir usta çırak ilişkisi sürekli bir biçimde varlığını korumuştur edebiyatımızda. Ama bu sürecin belirli bir program dahilinde yürümemesi çeşitli imkânlar sunmuştur genç yazar ve şair adaylarına. Bu tercih onu çoğunlukla hem belirli bir edebiyat geleneğine veya bir yazarın etki alanına yakın tutarken, hem de o geleneğin içinde kimi yeni devinimler yaratmasına, hatta bazen bütün bütüne o gelenekten kopup kendi başına yeni bir deneyime soyunması imkanını da doğurmuştur.

Semih Gümüş, adı geçen kitabının girişinde yukarıda belirtilen bu durumun tehlikeli bir tarafına çekiyor dikkati. “Kişilerle kurulan ilişkilerin bir sakıncası var. Düşüncelerine başvurduğunuz bir kişi olduğuna göre, bütün bütüne onun öznel yorumları ve yargılarıyla belirlenmiş bir yola girmeye başlamışsınız demektir.” Gümüş, yazısının ilerleyen bölümlerinde, yaratıcı yazarlık çalışmasını bir grubun parçası olarak, kolektif bir biçimde yürütmenin sözünü ettiği sakıncanın adamakıllı bir şekilde giderebileceği görüşünü savunuyor. “Yazar adayının bir değil, bir çok kişinin düşünceleri içinden geçerek bir yol bulması, hiç kuşku yok ki daha nesnel seçimler yapmasını sağlar. Demek ki kolektif çalışma olanağı, bire bir ilişkilerden daha geniş, esnek, dolayısıyla daha olması gerektiği gibi çalışma fırsatları sunar.” Eleştirmen Semih Gümüş, bu sözleriyle edebiyatın bireysel bir çabanın ürünü olduğu görüşü ile usta-çırak ilişkisini bütün bütüne yadsımamakla birlikte, dikkatleri bu türden kurs veya atölyelere ve onların faydalarına çeker aslında. Ancak, burada tam da şu hususun gözden kaçırıldığı görüşündeyim. Bu yazarlık çalışmaları her ne kadar kolektif bir biçimde sürdürülüyor olsa da, bu gruba bir yön tayin eden, onları belirli bir plan dahilinde yönlendiren bir “eğiticinin” varlığı da unutulmamalıdır. Demek ki sanıldığının aksine nesnel ölçülerle hareket eden bir gruptan çok, öznel görüşleriyle bu gruba yön veren bir “eğiticinin” yönetimindeki gruptan söz edilebilir ancak. İlkinden farklı olarak yazar adayı ve onun usta diye bellediği yazarın yerini, bu kez yine bir yazarın yönlendirdiği ancak sayıca fazla olan başka bir grup yönlendirmektedir.

Yine de, kendisi de bir yaratıcı yazarlık atölyesinin sürdürücü olan Semih Gümüş, hemen hemen tüm yaratıcı yazarlık atölyelerinin girişinde yazan aynı uyarıyı paylaşıyor okurlarıyla. “Hiç kuşku yok ki, yaratıcı yazarlık bir ustadan öğrenilemeyeceği gibi, yaratıcı yazarlık bölümlerinde ya da atölyelerinde de öğrenilmez. Yazarlık, bütün bütüne bireysel bir uğraş. Sonunda her soruna çözüm arayan yazar adayı, bu beklentisinin tam karşılığını hiçbir yerde bulamayacaktır.” Öyleyse, beklentisine bir karşılık bulamayacağını bile bile neden bu türden kurslara veya kitaplara ilgi gösterir pek çok yazar adayı? Sözü edilen kurum ve kitaplar genç yazar adayına ne vaat eder? Onca uğraştan sonra ne verir onlara?

Bugün özellikle Türkiye’deki yaratıcı yazarlık kurs ve atölyelerinin programlarına ve pek çoğu bu atölyelerdeki derslerin ürünü olan kitaplara baktığımız zaman, yaratıcı yazarlık atölyelerinin bir yazar adayına verebileceklerini de görmüş oluruz. Sözü edilen bu kurs ve kitapların en temel özelliğinin, yazınsal bir metnin nasıl yazılacağına ilişkin yol yordam göstermesi, çeşitli tekniklerin kullanılması konusunda yazar adayında farkındalık yaratmaya niyetlenmesi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Demek ki, içerikten çok biçime odaklanmış, dil ve kurgunun öne çıkarıldığı, yapının önem kazandığı, çoğunlukla kimi önemli yazarların kimi tekniklerine odaklanıldığı bir bağlamla karşı karşıyayız.

Yaratıcı yazarlık çalışmaları konusunda Türkiye’deki en önemli isimlerden biri olan yazar Murat Gülsoy’un düzenlediği kurs ve atölyelere baktığımızda bu gerçek kendisini en net biçimde gösteriyor. Yaratıcı yazarlık kursunda bir tür seminerler bütününe yer veren Gülsoy, bu kursta kendi yazarlık deneyimi kadar başka yazarların metinlerinin çözümlemelerine de yer veriyor. Dahası, kursiyerlerin yaratıcı metinler üretmelerini tetikleyecek bir takım ödev ve tekniklere de yer veren Gülsoy’un, diğer yazarlardan farklı olarak bu seminerler bütününü aynı zamanda kendi yazarlık uğraşı için bir tür avantaja çevirdiği görülüyor. Bu kurs ve atölyelerde verdiği dersleri Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık ve 602. Gece adlı kitaplarına taşıyan Gülsoy’un yakın zamanda yayımlanan Tanrı Beni Görüyor Mu? adlı kitabıysa yine bu atölyelerde öne çıkardığı kimi teknikler yardımıyla ortaya çıkardığı metinlere yer veriyor. Bir resimden yola çıkarak metin oluşturma, diyalog yazımı, başka bir yazarın metnini genleştirme, kimi kilit kelimeler yardımıyla bir metin yazma, karakter oluşturma, atmosfer yaratma gibi kurmacanın unsurlarını öne çıkaran bu tekniklerin kullanıldığı Tanrı Beni Görüyor mu?’daki öyküler hiç şüphesiz çok etkileyici ancak her yenilikçi fikrin bir süre sonra yerleşik hale gelmesi sonucu kendi benzerlerini doğurma tehlikesine de kapı araladığını hatırlatmak gerek.

Kurmacanın tüm unsurlarının anlatıldığı ve kursiyerlerin de aktif olarak katılmalarının beklendiği bu yaratıcı yazarlık kurslarının doğurduğu tehlikeler tam da bu noktada başlıyor kanımca. Bu kurs ve atölyeler, her yaratıcı yazar adayına belki de o zamana kadar farkında olmadığı bir takım teknikler bahşederken, aynı zamanda birbirine çok yakın metinler üreten, eğitici yazarın türevi denebilecek, dahası sadece biçime odaklanmış bir yazarlar topluluğunun oluşmasına da yol açıyor. Nitekim, kendisi de dönem üniversitelerde bu tür dersler veren yazar Cem Akaş, bu kurs katılımcılarının çoğunlukla kendilerini ifade edebilecekleri bir ortamda bulunmak istedikleri (yani bir tür terapi) için orada olduklarını belirttikten sonra, bu kursların en önemli iki sakıncasına çekiyor dikkatleri. “Yazma ediniminin teknik yönleriyle ilgili bazı yetiler kazandırmayı amaçladığı varsayılabilecek yazı atölyelerde bile, kişinin en iyi bildiği şeyi yazarak başlaması isteniyor, çünkü böylece tekniğe odaklanması kolaylaşıyor. Doksan kuşağı dünya yazarları arasında “ben edebiyatı” yapanların ne kadar çok olduğuna bir bakın.” Akaş’ın, karşısındakine ulaşmayı temel alan bir etkinliğin bu denli kendine dönük bir hale gelmesinden ironik bir yan bulduğu ikinci eleştirisi de yine biçimle ilgili. 90’lı ve 2000’li yıllarda yazmaya başlamış yazarların önemli bir kısmında yaratıcı yazarlık derslerinin izlerinin görüldüğünü belirterek, bu yazarların cümlelerindeki sıfat ve zarfların kırılma biçimlerinin bile birbirini andırdığını, yaratıcı yazar olma iddiasıyla yola çıkan yazarların tam da bu noktada ironik bir biçimde yaratıcılıktan vazgeçtiklerini vurguluyor.

Yaratıcı yazarlık kursları ile okulların edebiyatın yaygınlaşması açısından gördüğü işlev elbette çok önemli. Ancak Elif Batuman’nın “Gerçek Diplomayı Al” başlıklı yazısında da belirttiği gibi yalnızca teknik becerinin öne çıkartıldığı bu türden girişimler, bir tür teknik azınlık edebiyatının oluşmasına da yol açıyor. Dünya ve tarih bilincinden yoksun, kendisinden önceki yazarlar ile edebiyat tarihinden bihaber, gelenekle hiçbir irtibatı olmayan, yanı başında olup bitenlerle bile bir derdi olmayan, yalnızca ben’e odaklanmış, öte yandan kitabının ne tür tercihler yardımıyla dolaşıma gireceğine vakıf, pazarlama stratejilerini çok iyi kavramış bir yazarlar kuşağının Türkiye’de de adım adım yaklaşmakta olduğu aşikâr. Örneklerini günümüzün kimi genç romancıları ile öykücülerinde görmek mümkün. 

Türkçede Yaratıcı Yazarlık Külliyatı:

Murat Gülsoy: Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık. Can Yayınları. Tanrı Beni Görüyor mu? Can Yayınları. 602. Gece. Can Yayınları.  
Semih Gümüş: Yazar Olabilir miyim? Notos Kitap.
Aydın Şimşek: Yaratıcı Yazarlık ve Deneysel Düşünme. Kanguru Yayınları.
Yeşim Gökçe: Ben Büyüyünce Yazar Olacağım. Kapital Yayıncılık.
Veysel Çolak: Şiir Nedir? Nasıl Yazılır? İkaros Yayınları
Danell Jones: Virginia Woolf’tan Yazarlık Dersleri. Timaş Yayınları.
Stephen May: Yaratıcı Yazarlık. Optimist Kitap. 

0 yorum:

Yorum Gönder

ETİKETLER

12 Eylül (3) 1938 (1) Abdulhamid (1) Acılar İcat Eden (1) Adalet Ağaoğlu (2) Adorno (1) Ahmet Erhan (3) Alacakaranlıktaki Ülke (1) Aliye Sema (1) Almanya (1) Altın Ayı (1) Amanda (1) Amerika'nın Yanık Çocukları (1) Anlambilim (1) Anne ben geldim (1) Arap (1) Arya (1) Aslan ve Ressam (1) At (1) Avustralyalı (1) Aydın Şimşek (1) Ayrılık Provaları (1) Babalar ve Oğullar (1) Bağçe (1) Bana İsmail Deyin (1) Bana Sen Söyle (1) Baykuş Virane Sever (1) Behçet Çelik (1) Ben Gaomi Kuzeydoğu Bucağı (1) Berlin Film Festivali (1) Bıçağa Adanan Çocuk (1) Bildiriler (2) Bin Hüzünlü Haz (1) Bir Delilik Yapan (1) Bir Dersim Hikayesi (1) Bir Gemide (1) Birgül Oğuz (1) Bügün de ölmedim anne (1) Büyük Ustayı Ziyaret (1) Calvino (1) Celal Sılay (1) Cemil Kavukçu (3) Cennetin Kayıp Toprakları (1) Cevval Dayı (1) Clement Freud (1) Çehov (1) Çığlık (1) Demir Özlü (2) Denemeler (10) Dersim (1) Doğan Güzel (1) Dur (1) Düğüne (1) Edebiyat Nedir (1) Edebiyat Olayı (1) Edip Cansever (1) Edward Said (1) Eli Horowitz (1) Elias Canetti (1) Erdem Kurtuldu (1) Ergani (1) Eriyen Gelin (1) Ermeni meselesi (1) Esmer Dergisi Yazıları (2) Faruk Duman (1) Fasulyenin Bildiği (1) Feridun Andaç (1) Ferit Edgü (2) Gabriel Garcia Marquez (1) Galiçya (1) Gece Kelebeği (1) Geş Bin Ergani! (1) Giuseppe Tornatore (1) Hah (1) Hakan Günday (1) Hakkâri’de Bir Mevsim/O (1) Halide Edip Adıvar (1) Halil İncesu (1) Har (2) Hasan Ali Toptaş (2) Haydar Ergülen (1) Haydar Karataş (1) Heba (1) Herta Müller (1) Hesenê Metê (1) Hokusai (1) Ian McEwan (1) Irmak Zileli (1) İhsan Oktay Anar (1) İhsan Sait (1) İnci (1) İrene (1) İtalo Calvino (1) Jale Parla (1) Jennifer (1) Johan Baez (1) Johan Strauss (1) John Berger (1) Jon Scieszka (1) Jonathan Safran Foer (1) Jorge Franco (1) Joseph Roth (1) Joseph Trotta (1) Kasırganın Gözü (1) Keko (1) Kemal Tahir (1) Kenan (1) Kışi Ruhu (1) Kızıl Darı Tarlaları (1) Kindar Sabahı (1) Kitap Tanıtım Yazıları (15) Kitap Zamanı (1) Köy Enstitüleri (1) Küfran (1) Kürt sorunu (1) Kürtçe (1) Latin Amerika (1) Leonard Cohen (1) Leticia (1) Leyla Erbil (1) Mahir Günşiray (1) Mahmut Makal (1) Malcolm Brandbury (1) Mareşal Joseph Radetzky von Radetz (1) Marksiszm (1) Mavi Randevu (1) McEwan (1) Mehmet Atlı (1) Milliyet Sanat Yazıları (4) Mirza (1) Mo Yan (1) Murat Belge (1) Murat Gülsoy (1) Murat Uyurkulak (2) Murathan Mungan (1) Nancy (1) Necati Tosuner (1) Necatigil Şiir Ödülü (1) Neil Gaiman (1) Netamiye (1) Nick Hornby (1) Nilüfer Kuyaş (1) Nobel (2) Nurdan Gürbilek (2) Nuri Bilge Ceylan (1) O Muhteşem Hayatınız (1) Oğuz Atay (3) On İki Dağın Sırrı (1) Orhan Kahyaoğlu (1) Orhan Koçak (1) Orhan Pamuk (1) Osman Konuk (1) Oya Baydar (1) Ömer Madra (1) Ömer Türkeş (1) Özgür Gündem (1) Pîne (1) Post-yapısalcılık (1) Psikanaliz (1) Puslu Kıtalar Atlası (1) Qırıx (1) Radetzky Marşı (1) Reşat Nuri Güntekin (1) Romanya (1) Sahaf (1) Sahibinden Satılık (1) Sancı (1) Sartre (1) Semih Gümüş (2) Sencer ile Yusufçuk (1) Seray Şahiner (1) Sezin Öney (1) Silvan (1) Siyasi Abê (1) Solferino Kahramanı (1) Söyleşiler (1) Suskunlar (1) Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı (1) Suzan Sontag (1) Suzanne (1) Sylvia Platht (1) Şamatacı Suçlular ve Daha Fazlası (1) Şehirde Bir Yılkı Atı (1) Şerif Mardin (1) Şükrü Erbaş (1) Taşra Sıkıntısı (1) Tefail (1) Tek Bacaklı Yolcu (1) Telefon Bekleyen (1) Tene Yazılan Ayetler (1) Terry Eagleton (1) Tevrat (1) Tewlo (1) Tezer Özlü (1) Thomas Pynchon (1) Tol (1) Tom Thompson (1) Toni Morrison (1) Tori Amos (1) Tunceli (1) türk Öykücülüğü (1) Türkiye Ayağa Kalk (1) Umberto Eco (1) Uykuların Doğusu (1) Uzun İhsan Efendi (1) Üç Düş/Üş (1) Üç Kız Kardeş (1) Vahşetin Çağrısı (1) Vedat Nedim Tör (1) Virgül (1) Viyana (1) Wittgenstein (1) Yabu (1) Yalnızlıktan Devren Kiralık (1) Yara İzleri (1) Yaratıcı Yazarlık (1) Yavuz Ekinci (1) Yazıköy (1) Yedinci Gün (1) Yimou Zhang (1) Yoklar Fısıltısı (1) Yunus Emre (1) Yusuf Atılgan (1) Zazaca (1) Ziya (1) Ziyan Murat Uyurkulak (1) Zülkarneyn (1) Zweig (1)