Avusturyalı
yazar ve gazeteci Joseph Roth’un başyapıtı sayılan Radetzky Marşı adlı romanı, adını Johann
Strauss’un Avusturyalı Mareşal Joseph Radetzky von Radetz’e ithaf ettiği bir
eserden alıyor. Sezin Öney’in belirttiğine göre, bu marş ilk çalındığında,
Avusturyalı askerler ayaklarını vurarak eşlik etmişlerdir. Bugün bile,
Viyana’da ayaklarıyla tempo tutarak bu müziğe eşlik etme geleneği o günün
anısına sürdürülmekte. Özellikle bu beste Viyana’da Konzerthaus’daki geleneksel
Yeni Yıl konserinin son parçası olarak çalındığında, seyirciler alkışlayarak ve
ayaklarıyla ritim tutarak bu âdeti devam ettirmekte. Joseph Roth, aynı
aileden üç kişinin hikâyesi üzerinden Macaristan-Avusturya İmparatorluğu’nun
çöküşünü anlatırken sıklıkla bu marşa atıfta bulunuyor. Romandaki bütün
geçişlerde kahramanlar bir anlığına durup bu marşın sesine kulak verirler
sıklıkla.
Joseph
Roth, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı ve nüfusunun ağırlığının
Yahudi olduğu Galiçya’ya bağlı bir kasabada doğar. Katıldığı I. Dünya Savaşı,
onun romanlarında savaşla ilgili en etkileyici tespitlere yer vermesine yol
açar. Gazetecilik yapar. 1939'da Paris'te yoksulluk ve borç içinde ölür. Bütün
bu bilgileri şunun için verdim. Yazarın biyografisi, onun en önemli eseri
sayılan Radetzky Marşı’nı daha iyi anlamak için kullanışlı ipuçları veriyor
bize çünkü. Çağdaşlarının sıklıkla değindiği bir dönemi diğer yazarlardan
farklı bir şekilde, dahası şaşırtıcı bir öngörü ile kaleme alıyor Roth.
Radetzky Marşı, Trotta ailesinin üç kuşak
hikâyesini anlatıyor. 1859 yılında yaşanan Solferino Meydan Savaşı’nda genç bir
teğmen olan Joseph Trotta, İmparator I. Franz Joseph’in hayatını kurtarır. Bu
olay, imparator kadar genç teğmen için de yeni bir dönüm noktası olur. Teğmen
kısa sürede terfi eder. Çok geçmeden de yaptığı kahramanlık ders kitaplarına
girer. Artık, Solferino Kahramanı olarak anılacak olan teğmen için başka bir
mücadele başlar. Yaptığı kahramanlık fazla abartılmıştır ve ders kitaplarında
bu şekilde yer almayı istemez. İsteği kabul edilmeyen genç teğmenin kısa sürede
köylü geçmişinden hızla koparak ayrıcalıklı bir sınıfa geçişine tanıklık
ederiz. Görünürde hiçbir sorun yoktur. Habsburg hanedanının üyesi olan
imparator güçlü, bünyesinde pek çok halkı barındıran imparatorluk hiç
yıkılmayacakmış gibi dimdik ayaktadır. Özellikle dede Trotta’nın hikâyesinin
anlatıldığı ilk bölümlerde kayda değer bir sorun göze çarpmaz. Romanın hikâyesi
köylü geçmişinden kısa sürede kopup soylular sınıfına dâhil olan Solferino
Kahramanı’nın gündelik hayatına odaklanmıştır daha çok.
Bir
aile romanı gibi görünen, ancak aslında bir ailenin hikâyesi üzerinden bir
imparatorluğun dolaylı hikâyesini anlatan Radetzky
Marşı’nın ikinci bölümünde oğul Baron Franz von Trotta’ya çeviririz
bakışlarımızı. Oğul Trotta, tıpkı oğuldan oğula geçen imparatorluk gibi, babasından
kendisine kalan bir kahramanlık hikâyesinin hem nimeti hem de ağırlığı altında
yaşar. Trotta ailesinin kaderi ile Habsburg monarşisinin öyküsü sıklıkla iç içe
geçer. Baba Trotta, kendi babası gibi asker olmak yerine sivil bir memur olur
ve kısa sürede o da kendi babasının yaptığı kahramanlığın bedeli olarak bölge
valiliğine kadar yükselir. İmparatorlukta yaşanan çözülme ve sarsılma emareleri
de bu bölümden itibaren başlar.
Radetzky Marşı, dede ve baba Trotta’dan
ziyade torun Carl Joseph von Trotta’nın hikâyesine odaklanır. Torun Trotta da
tıpkı Solferino kahramanı dedesi gibi bir teğmen olur. Ancak dedesi gibi bir
kahramanlık hikâyesi yoktur genç teğmenin. Hatta sık sık ordudan ayrılmayı
düşünür. Görevli olduğu sınır boylarındaki askeri birlik içinde karşılaştığı kimi
çarpıklıklar bu fikrini daha da kuvvetlendirir, ancak kendisine nasıl bir yön
tayin edeceğini bilemez genç Trotta. Savaşın eli kulağındadır ve askerler sınır
boyundaki kumarhanede durmadan kumar oynayıp Yahudi tefecilere
borçlanmaktadırlar. Peş peşe asker intiharları yaşanır. Genç torun, bir
yüzbaşıya kefil olduğu borç yüzünden sıkıntıya düşer ve genç Trotta, yaşlı
imparator sayesinde hapisten kurtulur. Bu Trotta ailesi ile hanedanlığın son
karşılaşması olacaktır. İmparator yaşlanmaktadır. Ülke yıkılmanın eşiğine
gelmiştir. Güçlü olduğu sanılan monarşi adım adım çözülmenin eşiğine gelmiştir.
Ancak yine de bütün bunları bire bir anlatmaz Joseph Roth. Ana hikâyesini bir
ailenin üzerine inşa eder ve Slovenyalı köylü
ailesinin yükseliş ve çöküşü ile imparatorluğun çöküşünü paralel olarak takip
etmemizi ister.
Joseph
Roth’un 1932 yılında tamamladığı Radetzky Marşı, bir yandan bir aile hikâyesi
üzerinden bir imparatorluğun hikâyesini anlatırken, diğer yandan da faşizmin
ayak seslerini daha o günlerden duyabilmemiz için pek çok işaret bırakır bize. Tıpkı
Zweig gibi, Joseph Roth da, gündelik yaşamın ayrıntılarına fazlasıyla yer
vererek bu küçük işaretler yardımıyla yaklaşan tehlikeyi haber verir bize. Nasyonal
Sosyalizm’in ayak sesleri roman kahramanlarının gündelik koşuşturmalarındaki
yalan ve hileler arasında kendisini sıklıkla hissettirir. Dahası romanın sonlarına
doğru ortaya çıkan kumarhane öğesi, o zamana kadar güçlü imgelerin arkasına saklanan
kişiliklerin birer birer ortaya çıkmasına vesile olur. Yazarın gücü, tam da bu
noktada devreye girer. Unutulmaz kahramanlar yardımıyla bir toplumu bir arada
tuttuğu söylenen ama içten içe aynı toplumun altını oyan yalanları birer birer
karşımıza çıkarır. Öte yandan, daha önceleri Radetzky Marşı’nı duyar duymaz
heyecanlanan, ayaklarıyla tempo tutanlar gözlenirken, aynı şey giderek daha az
yaşanır. Her rejimin (veya devrimin) bir ritmi olduğundan hareketle, koca bir
imparatorluk yıkılırken bu marşa ayaklarıyla tempo tutanların sayısının
azaldığını görürüz. Çöküş, marşa tempo tutanların azlığı veya isteksizliğiyle
belli eder kendini. Slovenyalı bir köylü ailesiyken soyluluğa terfi etmiş aile
çöküşe doğru ilerken, imparatorluğun irtifa kaybı ötekine karşı daha da hızlıdır.
Nitekim bir süre sonra, hepimizin tarih kitaplarından bildiği o ünlü olay
yaşanır: Avusturya Veliaht Prensi’nin bir Sırp tarafından öldürülür ve I. Dünya
Savaşı’nın patlak verir.
Joseph
Roth, Radetzky Marşı romanında, bu
önemli olay yerine, tek tek bireyler üzerinden savaşın öncesinde yaşananları
anlatıyor bize. Tarihçilerin ısrarla yeniledikleri olaylardan çok gündelik
hayata mayalanan çok daha kuvvetli duygular üzerinden, Avrupa’nın eski
değerlerine vedasına yer veriyor. Asıl savaş ve çöküşün çok daha önceden
başladığını hatırlatırcasına.
0 yorum:
Yorum Gönder