Türk edebiyatında doğrudan ya da
dolaylı olarak askerliği konu edinen, oradaki uzun ve sancılı deneyimi edebiyat
sahnesine taşıyan pek az kitap vardır. Bunda, ağırlığı yeni yeni kırılan askeri
baskı kadar, yazarlarımızın çoğunun askerlik hizmetlerini kısa dönem veya
bedelli olarak yapmalarının da payı vardır belki de. Nihayetinde, kimi son
dönem yazarlarımız hariç, “her Türk erkeğinin” yaşadığı bu sancılı deneyimin
izlerini edebiyatımızda pek göremeyiz. Öte yandan, son dönem yazarlarımız
arasında Hakan Günday’ın Ziyan ve
Murat Uyurkulak’ın Har adlı
romanları, kısmen de olsa askerliğe dair etkili romanlar olarak anılabilir. Ancak,
her iki romanda da gerçeklikle kurulan ilişkide kimi problemlerin olduğu
görüldü. Dokunulmamış bir alana el atmanın başarısına rağmen, iki roman da askerliği
bir olaylar dizisi olarak kurgulamaktan öte, oradaki içsel sıkıntıyı öne
çıkarmada yeterince etkili olamadı kanımca. Ama Hasan Ali Toptaş’ın yeni romanı
Heba, dilinden kurgusuna, gerçeklikle
kurduğu ilişkiye kadar epey önemli bir roman olarak öne çıkıyor.
Bir rüya sahnesiyle açılan Heba, romanın hemen başında Ziya adlı
bir kahramanla tanıştırıyor bizi. Romanın kahramanı evini boşaltıp başka bir
yere, uzak bir köydeki bir bağ evine taşınmaya hazırlanmaktadır. Genç yaşta
hayatı darmadağın olmuş ev sahibesiyle Ziya arasındaki uzun ve vurucu diyaloga
bir kuş eşlik eder öte yandan. Aralık camdan içeriye sızan kuş evi darmadağın
ederken, kâğıt hışırtılarıyla uykusundan uyanır Ziya. Ancak, yine de Hasan Ali
Toptaş’ın hemen hemen tüm romanlarında olduğu gibi bu rüya sahnesi de gerçekle
düş arasındaki ara bölgeye konumlandırılır. Peşinden de Ziya’nın asker arkadaşı
Kenan’ın yaşadığı Yazıköy’e yerleşmesi anlatılır. Bu köyde yaşayan insanların
tümü heba olmuş bir ömrün içinden fırlamış gibidir adeta. Romanın kahramanı Ziya,
köyde (Körükçü Kazım hariç) kime rast gelirse gelsin, tıpkı kendisi gibi o
kahramanı kuşatan acı bir hikâyeyle karşılaşır. (Romanın ömrü heba olmamış tek
kahramanının tükenişine de ancak romanın sonunda tesadüf ederiz.) Ziya’nın
askerlik arkadaşı Kenan, onun yeğeni Besim, Hulki Dede, Cabbar’la Numan kardeşler, Cevval Dayı
gibi bütün roman kahramanlarını bir acı hikâyeyle ve heba olmuş bir ömürle kuşatıyor
Toptaş. Öte yandan daha ilk bölümde
karşımıza çıkan kuş, her nereye giderse gitsin kahramanın peşini bir türlü
bırakmıyor. Giderek bir imge halini alan bu kuş, romanın bel kemiğini
oluşturuyor adeta.
Yine de kitabın hemen girişinde
resmedilen bu kederli sahnelere rağmen, epey zaman sonra asıl istikametine
yöneliyor Heba. Ziya ve Kenan’ın önce
Silvan’daki, ardından da Suriye sınırındaki askerlik günlerine götürüyor bizi
roman. Yarasını o askerlik günlerinde almış, sayısız olaya tanıklık etmiş,
rütbelilerin türlü eziyetlerine maruz kalmış, bu sınır karakolunda pek çok
ölüme tanıklık etmiş Ziya’nın yaşadıklarını etkileyici sahneler ve buna eşlik
eden enfes bir dil yardımıyla anlatıyor yazar. (Öte yanda, romanın tümüne hâkim
olmamakla birlikte Kürt meselesine dair önemli ayrıntıların romanın kimi
yerlerinde karşımıza çıktığını belirtmek gerekiyor.) Bugün ve geçmiş arasında
gidip gelen Heba’nın kahramanları, ne
bugünde ne de geçmişte huzur buluyor ama. Çünkü bir kitabında, “gerçek nereye
gizlenirse gizlensin arada bir yanıp söner,” diyen Toptaş, bu kez arada bir
değil, sürekli yanıp sönen bir gerçekle tanıştırıyor bizi. Tezkere almasına
rağmen bir türlü askerlikten terhis olamamış Ziya ve arkadaşlarının yaşadıklarını
gerçekçi ama buna mukabil büyülü bir dil yardımıyla anlatıyor bize yazar.
Şüphesiz, aynı romanın bel kemiğini
oluşturan mekâna ilk kez yer vermiyor yazar. Hasan Ali Toptaş’ın Yoklar Fısıltısı adlı kitabında yer alan
“Yabu” öyküsünde de Suriye sınırında geçen bir hikâye anlatılıyordu. Yazar, Heba romanında hem bu öyküye, hem de
kendisine göndermelerde bulunuyor romanın bir yerinde. (Ziya, genç askere okuduğu kitabın yazarının
kim olduğunu sorar. Cevap, yazarın kendisinedir: “Maalesef yazarını hatırlayamıyorum,
dedi Seyfettin ellerini iki yana açarak; zaten pek yazar adına benzemiyordu
yazarın adı. Hatırlamadığıma göre, demek ki önemli bir yazar da değildi.”) Otobiyografik
bir hikâye olduğu zannı yaratacak kadar gerçekçi, etkileyici betimlemeler ve diyaloglarla
örülmüş bir roman yazan Hasan Ali Toptaş, böylece kitabın kimi yerlerinde
kendisiyle eğlense de, Heba baştan
sonra kederli bir roman olmaktan kurtulamıyor yine de.
Edebiyatımızda bir dil ve kurgu ustası
olarak öne çıkan Hasan Ali Toptaş’ın romancılığında, bu kitabın bir kilometre
taşı olduğunu söylemek lazım öte yandan. Toptaş, onu okurla tanıştıran ve kısa
sürede yoğun bir okur kitlesi edinmesini sağlayan Sonsuzluğa Nokta ve Gölgesizler
gibi romanlarından sonra, peş peşe yayımladığı Bin Hüzünlü Haz ve Uykuların
Doğusu adlı romanlarında daha çok dil ve kurgunun öne çıktığı yeni bir
eşiğe vardı. Bu yeni eşikte, önceki romanlarında olduğu gibi, olayın etkili bir
biçimde öne çıkmasından ziyade, adeta benzersiz cümlelerle kurulmuş dil ve
kurgunun kendisinin bir roman kahramanı olarak ortaya çıkışına şahitlik ettik. Ancak,
yukarıda da belirtildiği gibi Hasan Ali Toptaş, son iki romanındaki temel
eğilimini geride bırakarak bu sefer yepyeni bir eşiğe varıyor. Yazarın ilk
romanları ile sonrakiler arasında bir mutabakat çizgisinde yazıldığı izlenimi
veriyor Heba. Dil, yazarın önceki
romanları kadar önde değil ama bu sefer de varlığını gizli gizli hissettiriyor.
Sıradan bir sahneyi bile çok etkileyici bir cümleyle resmediyor yazar. Ancak sayfalar
boyunca karşımıza çıkan betimlemeler ve uzun cümleler, yerini kısa ama çok
etkili cümlelere terk ediyor bu kez. Aynı değişiklik kurguda da karşımıza
çıkıyor Heba romanında. Öncekilere göre
daha kapalı değil roman, ama bu metnin açık olduğu anlamına da gelmiyor şüphesiz.
Görünürde epey büyülü, zaman zaman parçalı bir hal alsa da başı sonu belli bir hikâye
anlatıyor Toptaş. Ama bu romanı etkili kılan esas unsur, anlattığı olaydan
ziyade, roman boyunca belirli bir duyguya çalışmasından alıyor gücünü. Kırılgan,
yalnız, pişman, heba olmuş hayatların iç dünyasına eğilirken oradan benzersiz
bir roman çıkarıyor Toptaş. Özellikle, anlatıcının bizzat kendisinin sahneye
çıktığı final bölümü unutulmaz bir güzellikte.
Heba, Hasan Ali
Toptaş’ın Uykuların Doğusu’ndan sekiz
yıl sonra yazdığı altıncı romanı değil yalnızca. Şimdiden Türk edebiyatının
başucu kitaplarından biri olmaya aday, benzersiz ve etkileyici bir roman aynı
zamanda.
0 yorum:
Yorum Gönder