9 Ağustos 2013 Cuma

MAHMUT TEMİZYÜREK ŞİİRİNDE “GİZLENME TELAŞI”

Her şairin bir kilit dizesi vardır. İster ilk yapıtında yazılmış olsun bu dizeler, ister sonuncusunda, isterse de hiç yazılmadığı halde okurunu bu dizelerin işaret ettiği anlama ulaştırmış olsun. Ama bu şairin bütün yapıtlarını anlamamıza imkân tanıyan, şiirlerinin kilidini zorlamamıza fırsat veren bu dizeler, bazen fazla göze çarpmamış bir şiirin ortasında duruverir çoğunlukla. Mahmut Temizyürek’in de öyle. Kanımca, onun şiirlerini çözümlemeye çabalamış her eleştirmen bu dizelerin ışıltısını er ya da geç fark etmiş olmalıdır.

Noktalarda duracak kadar dengeliyim
Dar dünyada diken üstü duruşlar

Bu dizelerle başlayan “Noktalar”ın devamında daha çarpıcı dizeler de mevcut. Ancak başlı başına bu iki dizenin Mahmut Temizyürek şiirinde biçimden biçime giren, “gizlenme telaşıyla” yaşayan, bir ışıyıp bir kaybolan öznenin tam da kapandığı yerden onu açacak anahtarlardan biri olduğunu düşünüyorum. Ama bütün bunlardan önce Temizyürek şiirinde nasıl bir özne tasarımı olduğunu, bu tasarımın zaman içinde hangi dönüşümlere uğradığını göstermek gerekiyor.

Mahmut Temizyürek’in ilk şiir kitabı İz ve Rüya’yı okumuş olanlar, bu kitaptaki “ben” tasarımının sakınımlı yönlerine muhakkak dikkat etmiş olmalıdır. Bu kitaptaki hemen hemen her şiir birinci tekil anlatımıyla açılırken, bir süre sonra şiirin öznesi kendisini çoğul bir anlatıma teslim eder. Bu şiirlerdeki özne, sanki kendisine dair önemli bir sırrı anlatmak, içerde tutulan bir sıkıntıyı dökmek, irini patlatmak için konuşmaya başlamış ama çok geçmeden bundan vazgeçmiş gibidir. Dahası, çok fazla konuştuğunu, kendisini ziyadesiyle açık ettiğini düşünürcesine şiirin öznesini çoğu zaman belirgin bir biçimde değiştirme gereği duyar şair. Bunu kanıtlamak için birkaç örnek vermem gerekiyor sanırım. “Yüreğimin Yüksek Basıncı” şiirinde, “Ey benim rüzgârım/Yüreğimin yüksek basıncı/Bu kaçıncı emir ‘konduğunuz yeri terk ediniz” dedikten hemen sonra aynı bölüm şöyle devam eder: “Yine yollar/yıllar yılı fidan gövdemize kezzap içtiğimiz.” Örnekler sadece bu dizelerle sınırlı değil. Aynı kitapta yer alan “Az Sonra” şiiri de benzer bir yapıda ilerler. Bu şiir ikinci çoğulla başlayıp birinci tekille devam eder, ancak en sonunda yine ben’den vazgeçip çoğula dönme ihtiyacı duyar: “O gece çamların uğultusuna karıştık/ Ağaçlar baykuşlar, sırrımızı taşıyorlardı / nasıl kaçtık” dedikten sonra ikinci bölümün sonlarına doğru başka bir ses belirir şiirde: “Dünya, az sonra ya kanatlı rüzgarını / ya adsız mezarını sunacak olan / yeter mi bana.” Bu dizelerin devamında yine birinci tekille birinci çoğulun çatışması yaşandıktan sonra, şiir şu dizelerle sona erer: “Sorduk ve kaçtık.” 

Bu örneklerden bir genellemeye varmaya kimi itirazlar olabilir. Hatta, yukarıdaki saptamayı haksız çıkaracak başka şiirler de var bu kitapta. Örneğin, “Karayım” şiiri başından sona değin, şiirsel öznenin cesur bir biçimde söz aldığı, kendini açık etmek istediği bir şiir olarak değerlendirilebilir. Ama yine de, bu şiirde bile bir tür sakınımlılık, Temizyürek’in ifadesiyle yenilersem bir tür “gizlenme telaşı”, “kendisini kuytulara çekme” isteği hissedilir. Dizeler “İnsan En İyi” şiirinden:  

“İnsan en iyi
birini dinlerken öğreniyor kendini
yüzün çırpınışını, elin kederini
bakıştaki anlıyor musun’u
sürmedeki gizlenme telaşını
öğreniyor, yapıyor, ne iyi ki
kimsenin kimseye sözü kalmıyor”

Bu şiirin sonunda yer alan aşağıdaki iki dize aslında bu yazının konusu olan gizlenme telaşını daha açık bir şekilde ortaya koyuyor kanımca: “Nesli, en sıkı yalnızlık şiirde / Başka türde yazınca çoğalıyor insan.” Şiire böyle bir anlam atfeden öznenin daha dışa dönük, kendisini fazlasıyla açık eden, “kuytudan çıkmasını”, bütün sırrını ifşa eden bir çehreye bürünmesini herhalde beklemeyiz. Ama bana kalırsa, Mahmut Temizyürek’in şiiri, gücünü tam da bu gerilime borçludur. Üstelik bu gerilim ilk kitapla da sınırlı kalmaz. Temizyürek’in ikinci kitabı Kırlangıcım Paronaya’da yer alan “Kalbim, Göl Yüzü” adlı uzun şiirinde bütün bir şiir ve düşünce tarihi anılır. Eflatun, İbn Sina, Bakî, Fuzûli, Hallac-ı Mansur, Mevlana, Valery, Hoca Nasireddin uzun uzun anlatıldıktan sonra, ancak şiirin en son dizelerinde sözü kendine getirir özne. Aşağıda alıntılayacağım dört dize sıraladıktan sonra yeniden kapanma ihtiyacı duyulur. “Bunları yazıyorum, göl yüzü / kalbim, rüzgarını bekliyor, / bir heves bir acı / kaynıyor içten içe.”

Bu gerilim, veyahut “gizlenme telaşı” hemen hemen her Mahmut Temizyürek şiirinde karşımıza çıkar. Yazının girişinde alıntıladığım dizeleri yeniden hatırlatmakta fayda var belki de: “Noktalarda duracak kadar dengeliyim / Dar dünyada diken üstü duruşlar.” Ama tam da bu denge arayışından doğan, varlığını buna arayışın doğurduğu gerilime borçlu bir şiirle karşılaşıyoruz çoğunlukla. Orhan Koçak, üzerinde uzun uzun yazdığı için onun “Övmeye Övgü” gibi nispeten daha “cesur” şiirlerine değinmiyorum. Ancak, bu şiirlerdeki öznenin telaşının asıl köklerine inmeden önce, bu telaşın başka hangi biçimlerde tezahür ettiğini biraz daha açmam gerekiyor.

Bu yazının girişinde Mahmut Temizyürek’in çoğu şiirinin birinci tekille açılıp çoğula uzandığını veyahut tam tersi bir seyir izlediği ileri sürüldü. Şiirsel öznenin zaman zaman bir belirip bir kaybolduğu başka şiirleri olduğunu da ileri sürüldü kimi şiirlerde. Ama bu “gizlenme telaşının” başka bir boyutu daha var bana kalırsa. Birinci tekil, kendisini anlatmaktan, kendisi adına söz almaktan vazgeçtiği anda, dil de değişime uğrayıp birinci çoğula evriliyor çoğu yerde. Ama bu evrilme işlemi sonucunda öznenin gizlediği, hevesle dışarı çıkmak, yeniden aynı gerilimle yaşamak istediği bir yer olmalı. Dikkatli Mahmut Temizyürek okurları, şu ayrıntıyı muhakkak görmüşlerdir. Onun şiirindeki özne, kendisi adına söz aldıktan hemen sonra kaybına, gizlenmeye imkân tanıyacak iki mekân kurar genellikle: Doğa ve tarih. Örneğin, “Uçlarda, Ilımlı” adlı şiirinin son dizesi şöyle biter: “Nere gitsem, hangi pınara?” Ya doğaya karışarak izini kaybettirmek ister şiirsel özne, ya da okurunu tarihe (belki oradan mitolojiye, hatta zaman zaman psikanalize) çağırarak bizim o öznenin ayak izlerini okumamızı ister. Birkaç örnek sıralayacağım:

“Gülümserken unuttuğum dudaklarım
Ve yurdumu dolaşan kanım kaldı sizlere
Kanım her yere boşalıyor
Aşçının kepçesine, marangozun rendesine
silahın namlusuna, kalemin mürekkebine
yargıcın cübbesine, âşıkların neşesine
Çocukların oyununa karışıyor
Dağılıyor, çoğalıyor, yalıyor sokakları”

Özne, tam kendisiyle ilgili söz açmışken (kanım her yere boşalıyor) vazgeçip kanın sıçramasını, oradan çoğalmasını, dağılmasını anlatmaya koyuluyor. Bahsettiğim gerilim işte tam da bu noktada başlıyor. Kanın aktığı yere değil, dağıldığı yere bakmayı tercih ediyor özne. Tam da kendisinden söz açmışken dışarıya, doğaya (ve tarihe) açılan göz bir sonra yeniden kendine geri dönme, kanın kaynağına bakma ihtiyacı duyar. Ancak, bu sefer yeniden kendini anlatmak yerine, şu dizeleri kurar: “Böyle bir dünya dermiştim kendime / Hakikat gizlenmişti buralara bir yere.”

Mahmut Temizyürek’in “Cam Fanus” şiiri, öznenin sıklıkla kaçtığı, gizlediği, belki de kimi kodlara sahip olduğu için çözülmesi, bulunması kolay olan mitolojiye sığınır. Sözünü ettiğim şiir şöyle başlar: “Ne gidecek yerim var / Ne gelecek kimse bana.” Bu iki dizeyi Mahmut Temizyürek şirininde bağımsız olarak okuyan herhangi bir okur, bu dizelerin devamında büyük bir acının, kapatılamaz bir yaranın, büyük bir kırılganlığın dile gelmesini bekler. Üstelik, özne çok da dolaysız bir şekilde dile getirir sıkıntısını: “Ne gidecek yerim var / Ne gelecek kimse bana.” Ancak, şiirin devamını okuyanlar, bu şiirdeki öznenin iki kaçış noktasından birine çoktan vardığını göreceklerdir:

“Tarih, git diyor, sonuma git
Git de bul seni sen yapan kaderi
Bulmak, cama yansıtmakmış gölgeni

Çocukken öğrendiydim, hayat bir yılandır
Şimdi sergiliyorlar bir yılan gibi camekânda beni
Atamdı Gılgameş,
Onun heves diye bıraktığı ölümsüzlüğü ararken buldum yılanı.”



Tam kendi adına konuşmaya başlamışken kendisini yeniden gizleme, dışarıya doğru açılırken aslında kapatma eyleminin en iyi örneği şairin Yeryüzünü Gezen Atlı kitabında görürüz. Bu kitaptaki kimi şiirlerde özneye çoğunlukla Halk şiirine, modern dünya ve Türk şiirine, siyasal atmosfere atıflarla ilerken rastlarız. Hatta, bu kitapta öncekilerin aksine öznenin neredeyse kendi adına konuşmaktan vazgeçtiği, bütünüyle kendisini silikleştirip dışarıya çıkmak istediği görülür. Orhan Koçak’ın “Mahmut Temizyürek’in İki Dönemi” adlı yazısında başka bir şiiri için kullandığı şekliyle söylersem; bu kitaptaki şiirlerin büyük bir kısmı “kendi ben’ini geriye çekmiştir.” Yeryüzünü Gezen Atlı kitabının ilk şiiri olan “Kıy”ın şu dizelerle başlaması bence manidardır: “Çözüyorum bedenimden hayatı / kurtuluyor hapsettiğim o katil / silkinip çıkıyor kuyulardan.” Dizelerdeki kilit kelimeler “çözmek”, “kurtulmak” ve “kuyu”dur hiç şüphesiz. Ancak şiirin son dizesi daha da manidardır: “Buyur bana, kıy!”  

Bu şiirin hemen peşinden Mahmut Temizyürek külliyatında hatırı sayılır yeri olan “Hür Kuşlar Tufanı” gibi, “Salman Raduev” gibi, “Atları Seversin Demek” gibi önemli şiirlere rastlarız ve bu şiirlerin hepsinde özne, ilk dizede niyet edildiği gibi kendisine kıymış, bir belirip bir kaybolmaktan vazgeçmiş, bütünüyle çoğul bir sese, dışa yönelmiştir. Ancak, bu kitabın birkaç yerinde şiirsel özne kendisini hatırlatmaktan geri kalamaz yine de. Şu dizeler, belki de bu yazıda uzun uzadıya anlatılan gerilimi özetler niteliktedir: “Adını söyle diyorlar bana / Neden Salman Raduyev’in de / Mahmut Temizyürek değilsin, söyle.” Bu dizeleri asıl bağlamından koparıp bir an için belki de uzak bir bağlama yerleştirdiğimizde, bu yazıda sözü edilen gerilime iyi bir kanıt olarak gösterilemez mi? Nitekim, kitap boyunca başka halklar adına söz alan, yeryüzünün tüm acılarına odaklanan özne, yeniden kendi içine bakma, oraya geri dönme isteğiyle karşımıza çıkar. Bu dizeler kitabın sondan ikinci şiiri olan “Ömrüm Bir Ânı”dan. Yeryüzünü dolaştıktan sonra kalanların bir dökümünü yapar adeta özne ve yeniden kanın sıçradığı yere değil, kaynağına döner:

“Ne kaldı yüzyıllarımdan
Birkaç hayat dersi
Bozukdüzen bir ses
Acı veren gururdan başka”

Orhan Koçak, Kopuk Zincir adlı kitabında yer alan yazıda, Mahmut Temizyürek’in 2004 yılında yayımlanan Yeryüzünü Gezen Atlı adlı kitabı ile 2011 yılında yayımlanan Yalangezen kitabının adlarını manidar bulur: “Başlığın öncekiyle ilişkisi katıksız olamaz: önce “yeryüzünü gezen atlı” vardı, şimdi bir çıkarma/boşaltma işleminin sonucu gibi duran bu “yalangezen”. Önceki kitabının başına bir eksi işareti yerleştiriyor şair, en azından belirgin bir soru işareti.”  Koçak’ın bu işaretten yola çıkarak kurduğu denkleme katılmamak elde değil. Ama tam da bu yazı boyunca sözü edilen gerilim hatırlandığında son kitabı Yalangezen’in adı daha da ilginç bir hal alıyor kanımca. Kendi şiirsel takiyesini fark etmiş, bir önceki yazdıklarını bile karşısına almaya cesaret etmiş olan öznenin, bu kez daha gerilimsiz, daha doğrudan, demek daha az karmaşık bir şekilde sahneye çıktığı bir kitap denebilir Yalangezen için. Yakından bakıldığında, bu kitabın, Mahmut Temizyürek külliyatı içinde, şiirsel öznenin en rahat şekilde ortaya çıktığı, kendisini en dolaysız yoldan ifade ettiği bir kitap olduğu görülecektir. Şiirsel özne, önceki gerilimden uzak, “İstanbul’a Giden Adam” gibi, “Anam-Babam” gibi içinde zaman zaman ironi bile taşıyan bir şiir bağlamının içindedir artık. Kendi gerilimini görmüş, kendi şiirsel takiyesini fark etmiş, yalan gezdiğini itiraf etmekten çekinmeyen yepyeni bir özneyle karşı karşıyayızdır bu kitapla birlikte. Artık gizlenme telaşına gerek kalmamıştır. Diken üstünde durmaktan da vazgeçmiştir. Doğaya ve tarihe kaçışa da… Ancak Yalangezen’de yer alan “Deleuze’ün Pencerede Kendini Kandırışı” adlı şiirinde giderayak yeni bir bağlam açmaktan geri kalmaz özne:

“çevirdim kendimi başkasına
ömür kıldım ötekinde yaşamayı
‘ben başkasıdır’ dediğini onun
duyduğum günden bu yana
başkası karmaşıyor uykumu.”

0 yorum:

Yorum Gönder

ETİKETLER

12 Eylül (3) 1938 (1) Abdulhamid (1) Acılar İcat Eden (1) Adalet Ağaoğlu (2) Adorno (1) Ahmet Erhan (3) Alacakaranlıktaki Ülke (1) Aliye Sema (1) Almanya (1) Altın Ayı (1) Amanda (1) Amerika'nın Yanık Çocukları (1) Anlambilim (1) Anne ben geldim (1) Arap (1) Arya (1) Aslan ve Ressam (1) At (1) Avustralyalı (1) Aydın Şimşek (1) Ayrılık Provaları (1) Babalar ve Oğullar (1) Bağçe (1) Bana İsmail Deyin (1) Bana Sen Söyle (1) Baykuş Virane Sever (1) Behçet Çelik (1) Ben Gaomi Kuzeydoğu Bucağı (1) Berlin Film Festivali (1) Bıçağa Adanan Çocuk (1) Bildiriler (2) Bin Hüzünlü Haz (1) Bir Delilik Yapan (1) Bir Dersim Hikayesi (1) Bir Gemide (1) Birgül Oğuz (1) Bügün de ölmedim anne (1) Büyük Ustayı Ziyaret (1) Calvino (1) Celal Sılay (1) Cemil Kavukçu (3) Cennetin Kayıp Toprakları (1) Cevval Dayı (1) Clement Freud (1) Çehov (1) Çığlık (1) Demir Özlü (2) Denemeler (10) Dersim (1) Doğan Güzel (1) Dur (1) Düğüne (1) Edebiyat Nedir (1) Edebiyat Olayı (1) Edip Cansever (1) Edward Said (1) Eli Horowitz (1) Elias Canetti (1) Erdem Kurtuldu (1) Ergani (1) Eriyen Gelin (1) Ermeni meselesi (1) Esmer Dergisi Yazıları (2) Faruk Duman (1) Fasulyenin Bildiği (1) Feridun Andaç (1) Ferit Edgü (2) Gabriel Garcia Marquez (1) Galiçya (1) Gece Kelebeği (1) Geş Bin Ergani! (1) Giuseppe Tornatore (1) Hah (1) Hakan Günday (1) Hakkâri’de Bir Mevsim/O (1) Halide Edip Adıvar (1) Halil İncesu (1) Har (2) Hasan Ali Toptaş (2) Haydar Ergülen (1) Haydar Karataş (1) Heba (1) Herta Müller (1) Hesenê Metê (1) Hokusai (1) Ian McEwan (1) Irmak Zileli (1) İhsan Oktay Anar (1) İhsan Sait (1) İnci (1) İrene (1) İtalo Calvino (1) Jale Parla (1) Jennifer (1) Johan Baez (1) Johan Strauss (1) John Berger (1) Jon Scieszka (1) Jonathan Safran Foer (1) Jorge Franco (1) Joseph Roth (1) Joseph Trotta (1) Kasırganın Gözü (1) Keko (1) Kemal Tahir (1) Kenan (1) Kışi Ruhu (1) Kızıl Darı Tarlaları (1) Kindar Sabahı (1) Kitap Tanıtım Yazıları (15) Kitap Zamanı (1) Köy Enstitüleri (1) Küfran (1) Kürt sorunu (1) Kürtçe (1) Latin Amerika (1) Leonard Cohen (1) Leticia (1) Leyla Erbil (1) Mahir Günşiray (1) Mahmut Makal (1) Malcolm Brandbury (1) Mareşal Joseph Radetzky von Radetz (1) Marksiszm (1) Mavi Randevu (1) McEwan (1) Mehmet Atlı (1) Milliyet Sanat Yazıları (4) Mirza (1) Mo Yan (1) Murat Belge (1) Murat Gülsoy (1) Murat Uyurkulak (2) Murathan Mungan (1) Nancy (1) Necati Tosuner (1) Necatigil Şiir Ödülü (1) Neil Gaiman (1) Netamiye (1) Nick Hornby (1) Nilüfer Kuyaş (1) Nobel (2) Nurdan Gürbilek (2) Nuri Bilge Ceylan (1) O Muhteşem Hayatınız (1) Oğuz Atay (3) On İki Dağın Sırrı (1) Orhan Kahyaoğlu (1) Orhan Koçak (1) Orhan Pamuk (1) Osman Konuk (1) Oya Baydar (1) Ömer Madra (1) Ömer Türkeş (1) Özgür Gündem (1) Pîne (1) Post-yapısalcılık (1) Psikanaliz (1) Puslu Kıtalar Atlası (1) Qırıx (1) Radetzky Marşı (1) Reşat Nuri Güntekin (1) Romanya (1) Sahaf (1) Sahibinden Satılık (1) Sancı (1) Sartre (1) Semih Gümüş (2) Sencer ile Yusufçuk (1) Seray Şahiner (1) Sezin Öney (1) Silvan (1) Siyasi Abê (1) Solferino Kahramanı (1) Söyleşiler (1) Suskunlar (1) Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı (1) Suzan Sontag (1) Suzanne (1) Sylvia Platht (1) Şamatacı Suçlular ve Daha Fazlası (1) Şehirde Bir Yılkı Atı (1) Şerif Mardin (1) Şükrü Erbaş (1) Taşra Sıkıntısı (1) Tefail (1) Tek Bacaklı Yolcu (1) Telefon Bekleyen (1) Tene Yazılan Ayetler (1) Terry Eagleton (1) Tevrat (1) Tewlo (1) Tezer Özlü (1) Thomas Pynchon (1) Tol (1) Tom Thompson (1) Toni Morrison (1) Tori Amos (1) Tunceli (1) türk Öykücülüğü (1) Türkiye Ayağa Kalk (1) Umberto Eco (1) Uykuların Doğusu (1) Uzun İhsan Efendi (1) Üç Düş/Üş (1) Üç Kız Kardeş (1) Vahşetin Çağrısı (1) Vedat Nedim Tör (1) Virgül (1) Viyana (1) Wittgenstein (1) Yabu (1) Yalnızlıktan Devren Kiralık (1) Yara İzleri (1) Yaratıcı Yazarlık (1) Yavuz Ekinci (1) Yazıköy (1) Yedinci Gün (1) Yimou Zhang (1) Yoklar Fısıltısı (1) Yunus Emre (1) Yusuf Atılgan (1) Zazaca (1) Ziya (1) Ziyan Murat Uyurkulak (1) Zülkarneyn (1) Zweig (1)